Kitap: Gece Yarısı Kütüphanesi

“2020 Goodreads Yılın en iyi Romanı” seçilmiş olan bu romanı bitirdiğimde edebi bir şölen, ağzımda unutulmaz bir tat ve mutluluk hissi ile dolmayı umut etmiştim.  Kitabın çok zengin bir hayal gücü ile süslenmiş dokusunda, ana karakterin varoluşunun sorgusuna tanık olmak açısından iyi olduğunu kabul etmeliyim. Kitabın başından sonuna kadar işlenmiş olan, kaybolan gerçeklik ve hayal arasındaki ilişkiyi hissetmek, insanın kendi hayatındaki alternatiflerin, seçtiği yolların bir çeşit kelebek etkisinde olabileceğini düşündürmesi de iyi planlamış bir kurguda sunulmuş. Ancak yine de kitabı bitirdiğimde bir hayal kırıklığı ve bahsedilen ödüle layık olmasının belki de tarafımca tam olarak anlaşılamaması konusunda bir sonuca dahi varmış olabilirim. Aslında tüm Oscar, Golden Globe ve benzer ödül sistemlerinin ya da yarışmalarının birincilerinde, hiçbir zaman aradığımı bulamamamın benzer duygularını hissetmekle beraber, belki de kendi görsel, mantıksal ve içsel zevkimin genel “ödüllü” eserler ile örtüşmediğini kabullenmem yıllar öncesine dayanır. Çok nadir veya istisna olabilecek bir kaç örnek dışında da kitaplardan uyarlanmış filmlerden de, hiçbir zaman kitaptan aldığım aynı zevki alamamak da bu saptamalarıma dahildir. Yine de daha önceki eserlerinden çok çok iyi yorumlar almış ve ödüle layık görülmüş bu kitabı bu şekilde değerlendirmek haddim değil beki de. Ama bende bıraktığı iz böyle.

Kitabın ana karakteri Nora Seed, hayatından nefret eden, tüm hayatındaki pişmanlıkları, verdiği kararları ve bu kararlar yüzünden hayatta yapayalnız kalışını düşünerek bu hayatta kalmasının gerekli olmadığına karar vererek hayatına son vermek istiyor. Aynı gece intihar ediyor ancak ölmek yerine kendisini gece yarısı kütüphanesi denilen tuhaf bir yerde buluyor. Gece yarısı kütüphanesinde bulunduğu süre içince hayat ve ölüm arasındaki bir arafta, yaşamı boyunca başına gelen tüm olumsuz durumları, pişmanlıklarını yeniden yaşıyor. Daha da ötesi, bunlar hakkında farklı kararlar verip nasıl bir şekilde ilerleyebileceğine de tanık oluyor. Aslında kendi geçmişinde bir zaman yolculuğuna çıkmak ve düzeltebileceği şeyleri farklı yapsaydı neler olabileceğini görmek gibi. Okuyucular da onunla birlikte bu yolculuğa çıkıyor.

Romanın fantastik kurgusu içinde Nora’nın yaşadığı depresyon, acı, pişmanlık ve sıradan hayatın içinde kendi seçimlerini ve bunu değiştirseydi ortaya çıkan dersleri okurken sizin de kendi hayatınızı düşünüp kendinizi kabullenme ve geçmişinizle barışmanızı da düşünmenize neden oluyor. Bir çeşit var olma manifestosu da denilebilir.

Kitapta altı çizilen bir başka konu da depresyondaki bir insanın çarpık düşünme şekli, ruh halinin çok net ortaya konulduğu ancak bu durumun üstesinden gelmek için kullanılan antidepresan etkisi,  aslında mutluluğa giden yol olmaktan çok kaçınılmaz bir çare arayışı olarak Nora’nın hayatını şekillendiriyor. Konunun fantastik doğasına rağmen bu konuda çok derin bilgi sahibi olmadığım için depresyon ve kullanılan ilaçlar hakkında fazla yorum yapmak yerine kitabın sonunda bende bıraktığı izi tanımlamam gerekirse, kitabın tanıtım yazılarında bahsedildiği gibi insanın kendisini tanımasına yönelik bir “kişisel gelişim kitabı” olmaktan çok depresyonuna tanık olduğumuz yalnız bir kadının, hayatı boyunca yaşadığı pişmanlıklardan oluşan travmaları ile yüzleşmesi ve bunları nasıl kabullendiğine ilişkin yolculuğuna tanık olmak şeklinde ifade edebilirim.

Gerçeklere dayanarak yazdığı bilgisi ile bu yazara bir şans daha verip önceki romanını da okuma eğilimindeyim. Bence siz de okuyup kendi kararınızı verin. Keyifli okumalar dilerim.

Yorum Yap

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir